Çevrende herkes şaşırıp, bunun sebebini senden bildiğinde,
Sen aklı başında kalabiliyorsan eğer,
Herkes senden kuşku duyarken hem onları haklı görüp
Hemde güvenebilirsen kendine
Eğer bekleyebilirsen usanmadan
Yalanla karşılık vermezsen yalana
Kendini evliya sanmadan
Kin tutana kin tutmayabilirsen eğer
Düşlere kapılmadan düş kurabilirsen,
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir
İkisine de vermeyebilirsen değer,
Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz
Kandırabilir safları diye dert edinmezsen
Bir ömür verdiğin işler bozulsa da, yılmaz,
Koyulabilirsen işe yeniden
Eğer döküp ortaya varını yoğunu
Bir yazı-turada yitirsen bile
Yitirdiklerini dolamaksızın dile
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine sinirine dayan diyerek
Direncinden başka şeyin kalmasa da
Herkesin bırakıp gittiği noktada
Sen dayanabilirsen tek
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
Dost da düşman da incitemezse seni
Ne küçümser ne de büyültürsen çevreni
Her saatin her dakkasına
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyiyle dünya önüne serilir
Üstelik oğlum adam oldun demektir.
Kim vurduya gitti aşkımız
Faili meçhul değilse nefsi müdafaadır
Ellerimizdeki kelepçenin anahtarı sende
Kavgamızın tek seyircisi bu şehir
Tutunduğumuz tek dal içimizdeki isyandır
Söyle sevgilim sen söyle
Akan kanımızın hesabını kime soracağız?
Kim toplayacak gözyaşlarımızı?
Kim koyacak sevgiyi içimize?
Gittik gittik gittik
Acılara gittik
Keşkelere gittik
Ben sana sen bana gittik
Sonra öğrendik ki dünya yuvarlak, kaldık
Sen bağıra bağıra ağlardın, ben susardım
Sen duvarları yumruklardın, duvarlarında ellerinin izleri kan içinde
Ben içime içime oyardım kendimi
Sen çimenlere yatıp uyuyakalırdın
Ben banklara tünemiş uykusuz
Sen ot içerdin, duman kusardın geceye
Ben tek sigaralık ciğerimle öksürüklerde
Sen aşka inanmazdın, sen inanmazdın
Ben maviye inanırdım
Boynumdaki yorgun damarların mavisine
Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine
Denizin bittiği yerde başlayan göğün mavisine inanırdım
Bir de ensemdeki dövmeye inanırdım
Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla.
Üflediler söndüm
karanlikta gönlüm
hiç bilmezdim ama
derindeymiş pek derdim
Bak içime gör beni
tut elimden yak beni
istemezsen bu aşkı
otur baştan yaz beni
Aklım nasıl şaşkın
sevdam deli taşkın
sen görmezsin amma
narındayim ben aşkin
Bak içime gor beni
tut elimden yak beni
istemezsen bu aşki
otur baştan yaz beni
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Öyle uzak ki yerim uzakları aşıyor
Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor
Ya herşeyim ya hiçim sorma dünyam ne biçim
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor
Ya herşeyim ya hiçim sorma dünyam ne biçim
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor
Öyle uzak ki yerim uzakları aşıyor
Bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor
Ya herşeyim ya hiçim sorma dünyam ne biçim
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor
Ya herşeyim ya hiçim sorma dünyam ne biçim
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor
Ya herşeyim ya hiçim sorma dünyam ne biçim
Bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor
Şimdi siz işyerinde ya da evdesinizdir,
Yanağınıza eliniz dayalı sıkılmaktasınızdır.
Ya da gazeteyi almış tersyüz etmektesinizdir sıkıntıyla.
Haklısınız. Evet haklısınız:
Gitmeli buralardan.
Gitmeli!
Aynı dili konuşanların değil,
Aynı duyguları paylaşanların ülkesine gitmeli.
Deniz olan bir yere gitmeli.
Mülksüz ve küçük bir çantayla,
her şeyi evde unutarak,
Sabaha karşı bir gün bir arabaya atlayıp,
hızla yola çıkmalı.
Dilinde eski bir şarkı “Ne güzeldir yollarda olmak şimdi ….”
Dağ yollarında çeşmelerde durup suları dirseklerden akıtmalı, boynu ıslatmalı, ıslak ıslak rüzgârda durmalı.
İlk kır kahvesi, bir yolculuk sürprizi olarak, civarın en güzel kahvaltısını hazırlayan yer olmalı.
Domates güneşi kızıl yansıtırken, salatalıklar insanin içini genişleten kokusuyla kıtırdarken tepenizdeki ağaçtan yapraklar düşmeli tahta masaya.
Şehrin naylonlu ekmeklerinden değil,
kol içi gibi beyaz ve yumuşak ekmeklerden getirmeli bir yaşlı, güleç kadın durmadan. Yumurtanın sarısı gün batımının şeker
rengi gibi aniden ortaya çıkıvermeli.
Cemal Süreya'nın dediği gibi:
"Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı."
Bir de Sezen sevgilin olmalı:
“Sen yeter ki sev, kulun olayım
Bir dile bin yıl kölen olayım,
Boynuna koynuna dolanayım”
Aşkında Ümit Yeşer(Yaşar)meli her zaman:
“Sen aşk nedir bilmezsin
Beni sevmedin ki
Ağla, ağlayabildiğin kadar
Bütün güzellikler sende
Aşk bendedir”
Net olarak gitmeli buralardan.
Bertolt Brecht gibi kafası karışık olmamalı:
“Yol yamacında oturuyorum.
Sürücü tekerlek değiştiriyor
Geldiğim yerden hoşlanmıyorum.
Gideceğim yerden hoşlanmıyorum.
Niçin seyrediyorum tekerlek değiştirmeyi
Sabırsızlıkla?”
Aragon dediği gibi yalnız da olmamalı insan:
“Yalnız insan merdivendir
Hiçbir yere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan”
Orhan Veli’nin gibi bir yeri olmalı ama anlatabilmeli:
“Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.”
Yunus gibi düşünmeden gitmeli:
“Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi, şol göz yumup açmış gibi”
Nazım gibi yaşamı ciddiye almalı:
“Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”
Gitmeli buralardan.
Kekikli yollardan, dikenlerin üzerinde cırcır böceklerinin uyuklatan seslerinden geçmeli.
Tuhaf tabelalara, komik kamyon arkası yazılarına gülünmeli.
Gevşek gevşek yol alınmalı.
Yol su gibi akmalı,
beyaz boyalı bir pansiyona varmalı.
Sabun kokmalı çarşaflar.
Her şeyi öylece bırakıp,
plansız programsız denize "cup!" diye dalmalı. Cup!
Denizin altına bakmalı.
Pansiyon sahibi akşama ahtapot salatasıyla, şakşuka yapmalı.
Sarmısaklı yoğurdun üzerine, neşe olsun diye
iki damla zeytinyağı dökmeli.
Rakı olmalı.
Çam kokmalı içiniz;
orman gibi bir şey olmalısınız.
Eski bir radyo açık olmalı.
Muazzez Abacı
"Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime“
şarkısını söylemeli.
Bütün sevdiğiniz şarkılar art arda gelmeli, ayıkken asla anlatamayacağınız
o büyük coşkulu hüzün basmalı göğsünüze.
Aniden şu dizeler dökülmeli dilinizden
“Hani herkes arkadaş
Hani oyunlar sürerken
Hani çerçeveler boş
Hani körkütük sarhoş
Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken
Hani biz kimseye küsmemiş
Hani hiç kimse ölmemişken”
Gitmeli buralardan, aşkı bulmalı
“Seninki senin, benimki benim denmeyen” bir yere gitmeli.
“Seninki senin, benimki de senin” olmalı.
Ama bilmeli ki “ne seninki var ne benim ki”.
Geç de olsa anlamalı ki
“Ne sen varsın ne ben”
Herkes ne zaman ölür; elbet gülünün solduğu akşam!
Aldım anlayamadım; öldüm anlayamadım almadığım bir akşam…
Daha önce hiç ölmedim temmuzum ve incilerimle!
Göksu’yu ışıklarla teşrif ettiğimiz akşam…
Ne zaman gülüm solar, ne zaman deniz, ne zaman akşam?
Ne zaman gemilerdi, ne zamandı paşa kocam?!
Artık başucum dinlendirir bir şamdanın süsünü…
Söyle ey Göksu akşamı, Hafız Burhan, ölüm ne zaman?..
Mevlutlar okunur, dalgalar kalır bir geminin ardından;
Öldüm ben, Saffet Hanımefendi, salihat-ı nisvandan!..
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
böylesine sevilecek bu dünya
"yaşadım" diyebilmen için...